Summary
Guidelines include recommendations of experts from various specialties within a topic in consideration of data specific to each country. However, to date there has not been a guideline standardizing the nomenclature and offering recommendations for intra-abdominal infections (IAIs) in Turkey. This is mainly due to the paucity of laboratory studies regarding the clinical diagnosis and treatment of IAIs or the sensitivity of microorganisms isolated from patients with IAIs. However, due to the diversification of host characteristics and advancements in technological treatment methods, it has become imperative to “speak a common language”. For this purpose, meetings were formed under the leadership of the Infectious Diseases and Clinical Microbiology Specialty Society of Turkey (EKMUD) consisting of 15 experts in IAIs from the Turkish Surgical Association, Turkish Society of Colon, Turkish Hernia Society, Turkish Society of Hepato-Pancreato-Biliary Surgery, and the Turkish Society of Hospital Infections and Control; and relevant studies were analyzed.. Ultimately, the suggestions for adults found in this consensus report were prepared using available data from Turkey, and referring predominantly to the 2010 guidelines for diagnosing and managing complicated IAIs in adults and children by the Infectious Diseases Society of America and the Surgical Infection Society. Recommendations are conducted in two sections from the initial evaluation of patients for diagnosis to treatment approach for IAI. This Consensus Report was presented in Turkey EKMUD 2016 Congress/Antalya and subsequently opened for any suggestions in Turkey EKMUD and Turkish Surgical Association official web sites for a month. The manuscript was updated according to the suggestions.
Introduction
- Mikroorganizma, konak ve cerrahi girişime özgü risk faktörleri ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
- Olası enfeksiyonun sağlık bakımı ilişkili veya toplumdan edinilen enfeksiyon olup olmadığı belirlenmelidir. Hastane başvurusundan önceki üç ay içinde beş gün ve daha uzun süre hastane yatışı ve/veya iki günden fazla antibiyotik kullanımı ve/veya abdominal girişim varlığı olan hastalar sağlık bakımı ilişkili İAE olarak değerlendirilmelidir.
- Enfeksiyonun ciddiyeti Akut Fizyoloji ve Kronik Sağlık Değerlendirmesi-II (APACHE-II) skoru ile değerlendirilmelidir. Yapılan çok merkezli çalışmalar skorun yüksekliğinin mortaliteyi arttırdığını göstermektedir.
Biyokimyasal tetkikler; ülkemiz koşulları ve yapılan çalışmalar dikkate alındığında, İAE tanısında ve hasta izleminde beyaz küre, CRP, prokalsitonin, serum bilirubin düzeyi, karaciğer ve böbrek fonksiyonlarının değerlendirilmesi önerilir. Bu değerler kullanılacak antibiyotiğin farmakokinetik etkinliğinin belirlenebilmesi için de gereklidir.
Mikrobiyolojik olarak; ülkemiz için toplumdan edinilmiş İAE olan düşük riskli hastalar dahil operasyonda rutin aerob ve anaerob kültürlerin alınması önerilir. Ülkemiz için İAE ile ilişkili patojenlerin direnç paternlerindeki epidemiyolojik değişiklikleri saptayabileceğimiz duruma gelebilmek için aerob ve anaerob kültürler alınmalıdır.
Görüntüleme: Diffüz peritonitin belirgin işaretleri bulunan ve acil cerrahi müdahalenin gerçekleştirileceği hastalarda daha ileri düzeyde tanısal görüntülemenin gerekliliğine merkezin koşullarına ve hekimin değerlendirmesine göre karar verilmelidir.
İntra-abdominal Enfeksiyonlarda Tedavi
- Yeterli kaynak kontrolü İAE tedavisinde esastır ve sadece antimikrobiyal tedavi ile kontrol altına alınamaz.
- Sepsis ve septik şok birden fazla faktörden etkilenen karmaşık bir süreçtir, erken hemodinamik destek, etkin kaynak kontrolü ve uygun antibiyotik kullanımı gereklidir. Abdominal sepsisin etkin tedavisinde erken ve yeterli kaynak kontrolünün sağlanması ilk hedef olmalıdır. Antibiyoterapi mümkün olan en kısa sürede başlanmalıdır.
- Toplumdan edinilen hafif veya orta derecede İAE olan yetişkin hastalarda, ülkemiz için ertapenem, moksifloksasin veya tigesiklin monoterapisi veya metronidazolün sefazolin, sefuroksim, seftriakson, sefotaksim, levofloksasin veya siprofloksasin ile kombinasyonlarının kullanımı antipseudomonal aktiviteye sahip rejimlere göre daha tercih edilebilir niteliktedir. Ülkemizde hastane bazında lokal epidemiyolojik verilerdeki ESBL oranı (%10 kritik eşik kabul edilmelidir) veya raporda tanımlanan ESBL risk faktörleri dikkate alınarak ampirik antibiyotik seçilmelidir.
- Ciddi akut nekrotizan pankreatitli veya steril nekrozlu hastalarda rutin profilaktik antibiyotik kullanımı önerilmez. Yedi-on günlük hastanede yatışa rağmen düzelmeyen ya da kötüleşen pankreatik veya ekstrapankreatik nekrozlu hastalarda enfekte nekroz varlığı düşünülmelidir. Bu hastalarda alınabiliyorsa örnek alınması ve ampirik antibiyoterapi başlanması önerilir.
- Toplumdan edinilen yüksek riskli İAE veya sağlık bakımı ilişkili İAE’li olan hastalarda piperasilin-tazobaktam, meropenem, imipenem-silastatin, seftazidim, sefepim, siprofloksasin veya levofloksasin ile metronidazolün kombinasyonunun ampirik kullanımı önerilmektedir. Ülkemizde İAE olan hastalardan izole edilen E. coli izolatlarında kinolon duyarlılığının %54 olarak bildirildiği unutulmamalıdır. Bu değer ampirik tedavide kinolonların ilk seçenek olarak düşünülmemesi gerektiğini göstermektedir.
- Toplumdan edinilen yüksek riskli İAE veya sağlık bakımı ilişkili İAE’li olan hastalarda dirençli Gram-olumlu bakteriler veya kandida için risk faktörü varlığında veya kanıtlanmış enfeksiyon varlığında antimikrobiyal/antifungal tedavi önerilir.
- Sağlık bakımı ilişkili İAE’ye yönelik ampirik tedavide merkezlerin lokal mikrobiyolojik sonuçları esas alınmalıdır. Ampirik başlanan geniş spektrumlu antibiyotik tedavisi kültür ve duyarlılık sonucuna göre düzenlenmelidir. Ülkemizde bölgesel direnç verilerinde P. aeruginosa’nın ilk sıralarda olmadığı merkezlerde, hafif ve orta şiddetteki sağlık bakımı ilişkili İAE’lerin tedavisinde, karbapenem kullanımını azaltmak amacıyla ampirik tedavide tigesiklin başlanabilir.
- Karın duvarı herni onarımlarında çeşitli sentetik (polyester, polipropilen, PTFE, vs.) ve biyolojik meşler ile farklı onarım teknikleri kullanılır. Enfeksiyon kanıtında polipropilen bazlı meşlerin %70’i, e-PTFE’lerin ise %100’ü çıkartılmaktadır.
Enfeksiyon gelişimi için birden fazla hazırlayıcı faktör mevcutsa veya entero-kutanöz/-atmosferik fistülizasyonlu ya da fistülizasyonsuz meş protrüzyonu mevcutsa (komplike başarısızlık) öncelikle kor etkenleri kapsayacak şekilde antibiyoterapi uygulanmalıdır. Cerrahi alan enfeksiyonu varlığı durumunda S. aureus başta olmak üzere Gramolumlu bakteriler de dikkate alınmalıdır.
- Kanıtlanmış İAE’li olan hastaların antimikrobiyal tedavi süresi, yeterli kaynak kontrolü yapıldıysa, 4-7 gün ile sınırlandırılmalıdır. Daha uzun tedavi sürelerinin iyileşme ile ilişkisi bulunmamıştır. Tedavi süresini belirleyen en önemli basamak kaynak kontrolüdür.
- Antimikrobiyal (4-7 gün) tedaviden sonra enfeksiyonun inatçı veya tekrarlayan klinik bulguları olan veya ampirik antimikrobiyal rejimine karşı klinik yanıt alınamayan hastalarda, enfeksiyonun abdomen dışı kaynaklarının (pnömoni, üriner sistem enfeksiyonu, kan dolaşımı enfeksiyonu vs.) ve enfeksiyöz olmayan enflamatuvar durumların araştırılması önerilir. Kaynak kontrolü açısından intra-abdominal hipertansiyon ve abdominal kompartman sendromunun rolü de dikkate alınmalıdır.
- Tablo 5 uzlaşı raporunun özeti niteliğindedir.
Tablo 1: Öneri gücü ve kanıtın kalitesi[5, 6]
Tablo 2: Lokalizasyona göre intra-abdominal enfeksiyonlar ve etkenler[13-16]
Tablo 3: Çok ilaca dirençli mikroorganizmalar için risk faktörleri[13-16]
Tablo 4: Spesifik çok ilaca dirençli mikroorganizmalar için risk faktörleri[13-16]
Tablo 5: Komplike intra-abdominal enfeksiyonu olan hastalara yaklaşım
Uzlaşı Raporu
Giriş
Uzlaşı Raporu Neden Oluşturuldu?
Rehberler, konu ile ilgili farklı uzmanlık alanlarından uzmanların her ülkenin kendi verilerini dikkate alarak hazırladıkları önerileri içerir. Ancak ülkemizde bugüne kadar intra-abdominal enfeksiyonlar (İAE) için ortak dil oluşturmak adına, önerileri kapsayan bir rehber kullanıma sunulmamıştır. Bunun en önemli nedeni klinikte İAE’lerin tanı ve tedavisi ile ilgili veya İAE tanılı hastalardan elde edilen mikroorganizma duyarlılıklarını değerlendiren laboratuvar çalışmalarının oldukça az sayıda olmasıdır[1, 2]. Sadece bazı laboratuvara dayalı mikroorganizma duyarlılık çalışmalarında, toplanan kökenlerin bir kısmı İAE’ye ait etkenler olarak bildirilmektedir[3, 4]. Oysa etken/konak özellikleri ve günümüzde sürekli gelişen teknolojik tedavi yöntemleri nedeniyle “ortak dil kullanmak” zorunluluk haline gelmiştir. Bu durumda rehber hazırlamak için yeterli ülke verisi olmasa da konuya dikkat çekmek ve ülke verilerini derlemek için bu uzlaşı raporu hazırlandı.
Amaç
Bu uzlaşı raporu İAE olan hastaların tanı ve tedavisinde standart bir izlem oluşturmak için hazırlanmıştır.
Uzlaşı Raporu Kimlere Sesleniyor?
İntra-abdominal enfeksiyon tanı ve tedavisi ile ilgilenen tüm hekimler için yol gösterici olması amacıyla hazırlanmıştır.
Uzlaşı Raporu Komitesi Hangi Derneklerden Oluşuyor?
Bu uzlaşı raporu Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği’nin (EKMUD) önderliğinde Türk Cerrahi Derneği, Türk Kolon ve Rektum Cerrahisi Derneği, Fıtık Derneği, Türk Hepato Pankreato Bilier Cerrahi Derneği, Türk Hastane Enfeksiyonları ve Kontrolü Derneği üyelerinden konuya ilgi duyan toplam 15 uzman tarafından hazırlandı.
Uzlaşı Raporunun Oluşma Süreci
Uzlaşı raporu Mayıs 2015’te başlayan ilk toplantı ile hazırlanmaya başlandı. İlk toplantıda öncelikle katılımcılar sorunlarını, kendi merkezlerinin uygulamalarını paylaştı ve durum tespiti yapıldı. Katılımcılar arasında iş bölümü yapılarak konular ile ilgili literatür taraması yapılmasına karar verildi. Özellikle toplum kökenli İAE etkenleri konusunda yeterli veriye ulaşılamadığı için, neden mikrobiyolojik örnek alınmadığını irdeleyen anket hazırlandı. “İntra-abdominal enfeksiyonlar tanısında, cerrahların mikrobiyolojik örneklem alımı tutum ve becerilerini değerlendiren anket formu” başlıklı anket formu Türk Cerrahi Derneği’nin internet sayfasına yerleştirildi ve tüm dernek üyelerine uyarı e-postası gönderildi. Anket yaklaşık altı hafta dernek sayfasında kalmış olup üyeler e-posta ile birkaç kez uyarıldı. Anket sonuçları uzlaşı raporu içinde değerlendirildi. Takiben sürekli olarak e-postalarla bilgi paylaşımı yapıldı. Bir yıllık süre içinde Ankara’da EKMUD Genel Merkezi’nde toplam dört toplantı yapılarak uzlaşı raporu hazırlandı.
Uzlaşı Raporuna Hasta/Hasta Derneği Temsilcisi Katılımı
Uzlaşı raporuna hasta grubu temsilcisi katılmamıştır.
Literatür Tarama Süreci
Ulakbim Türk Tıp Dizini, Türkiye Atıf Dizini, Türk Medline veri tabanları intraabdominal/intra-abdominal infeksiyon ve/veya Türkiye anahtar kelimeleri ile; Pubmed, EBSCOhost research databases, Proquest health and medical package, Scopus, Web of knowledge veri tabanları, intraabdominal/intra-abdominal infection, ve/veya Turkey anahtar kelimeleri ile tarandı. Aynı anahtar kelimeler ile 2010 yılından itibaren Avrupa Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kongreleri’nin (European Congress of Clinical Microbiology and Infectious Diseases, ECCMID) sayfaları araştırıldı. Primer olarak ülkemizden İAE’lerin medikal ve cerrahi tedavisini irdeleyen prospektif randomize kontrollü çalışmaya ulaşılamadı.
Elde Edilen Verilerle Varılan Sonuçların/Kanıtların Derecelendirme Sistemi
Primer olarak ülkemizden İAE’lerin medikal ve cerrahi tedavisini irdeleyen prospektif randomize kontrollü çalışmaya ulaşılamadı. Erişkinler için hazırlanan bu uzlaşı raporundaki öneriler, Tablo 1’de sunulan öneri gücü ve kanıtın kalitesi temel alınarak hazırlanmıştır. Ancak tüm rehberlerde aynı kanıt derecesi tablosu kullanılmamıştır. Bu nedenle sadece uyumlu olan, bu iki rehberde önerilen ve bizim tarafımızdan da uygun görülen kanıt dereceleri rehberlerle birlikte uzlaşı raporu içinde yazılmıştır. Kanıt derecesi belirtilmeyen öneriler panelin ortak görüşüdür. Ağırlıklı olarak Amerika Enfeksiyon Hastalıkları (Infectious Diseases Society of America) (IDSA) ve Cerrahi Enfeksiyon Derneği tarafından hazırlanan erişkin ve çocuklarda komplike İAE’lerin tanısı ve yönetimi 2010 rehberi[5] olmak üzere, aşağıda sayılan rehberlerden yararlanılarak ülkemiz verileriyle hazırlandı.
- Kanada Cerrahi Derneği (Canadian Surgical Society) ile Tıbbi Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği’nin (The Association of Medical Microbiology and Infectious Diseases) (AMMI) 2010 cerrahi İAE için pratik rehberi[6],
- Dünya Acil Cerrahi Derneği (World Society of Emergency Surgery) (WSES) 2013 İAE yönetimi rehberi[7],
- Fransa Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği (Société Française d’ Anesthésie et de Réanimation) (SFAR) 2015 İAE yönetimi rehberi[8],
- Alman Gastroenteroloji Derneği (The German Society for Gastroenterology, Digestive and Metabolic Diseases) ve Alman Genel ve Viseral Cerrahisi Derneği (The German Society for General and Visceral Surgery) divertiküler hastalıklar 2014 rehberi[9],
- İtalya Yoğun Bakım Derneği (Italian Society of Intensive Care) ve Uluslararası Kemoterapi Derneği (International Society of Chemotherapy) intra-abdominal kandidiyazisli erişkin hastaların yönetiminde kullanılabilecek uzlaşı raporu[10],
- IDSA tarafından 2016 yılında tekrar gözden geçirilen kandidiyazisin yönetimi için klinik pratik rehber[11],
- Amerikan Gastroenteroloji Derneği (American College of Gastroenterology) akut pankreatit yönetimi 2013 rehberi[12].
Uzlaşı Raporunun Yayınlanması ile Varılması Planlanan Sonuçlar
Bu uzlaşı raporu İAE’ler ile ilgilenen tüm hekimlerin tanı ve tedavisine katkı sağlamak amacıyla hazırlandı. Farklı alanlarda görev yapan hekimlerin, İAE’li hasta ile ilk karşılaşmadan başlayarak tanısal değerlendirme (mikroorganizma, konak, cerrahi girişime ait risk faktörleri, hastalığın ciddiyeti, tanı testleri) ve tedavi (kaynak kontrolü, sıvı tedavisi, toplumdan edinilen ve sağlık-bakımı ilişkili İAE’nin ampirik/etken spesifik antibiyotik tedavisi ve izlemi) yaklaşımında yol gösterici olmak ve hasta izlemlerine katkıda bulunmak planlanmıştır.
Uzlaşı Raporu Revize Edilecek mi?
Tüm kılavuzlar veya uzlaşı raporları yol göstericidir. Ancak doğası gereği yapısal ve dönemsel kısıtlılıkları olan uzlaşı raporlarının belli aralıklarla tekrar gözden geçirilmeleri gereklidir. Sunulan bu uzlaşı raporunun pratikte kullanımıyla eksikliklerinin saptanıp, yeni veriler ile tekrar tekrar gözden geçirilerek kullanılması dileğimizdir. Ülkemizden yapılacak randomize kontrollü çalışmalar başta olmak üzere konuya ilginin çekilmesi ve bilimsel derneklerin destekleriyle sürecin devamını diliyoruz.
Uzlaşı Raporunun Kanuni Durumu
Bu konuda ülkemizden hazırlanan ilk uzlaşı raporu olup, bu rapordaki önerilerin yol gösterici olması hedeflenmiştir.
Uzlaşı Raporu
Uzlaşı raporu, İAE’li hasta ile ilk karşılaşmadan başlayarak tanısal değerlendirme (mikroorganizma, konak, cerrahi girişime ait risk faktörleri, hastalığın ciddiyeti, tanı testleri) ve tedavi (kaynak kontrolü, sıvı tedavisi, toplumdan edinilen ve sağlık-bakımı ilişkili İAE’nin ampirik/etken spesifik antibiyotik tedavisi ve izlemi) yaklaşımı olmak üzere iki ana bölümde hazırlanmıştır.
Tanımlar ve Tanısal Değerlendirme
İntra-abdominal enfeksiyonlar komplike olmamış apandisitten fekal peritonite kadar değişen farklı klinik tabloları kapsar.
Komplike olmayan İAE’ler; gastrointestinal kanalın intramural enfeksiyonunu içerir.
Komplike olan İAE’ler ise; kaynaklandığı içi boş organdan periton boşluğuna uzanıp apse oluşumuna veya peritonite neden olan klinik tablolar olarak tanımlanır. Bu terimle enfeksiyonun şiddeti veya anatomisinin tarifi amaçlanmaz. Ancak komplike İAE yaygın bir problemdir ve yoğun bakım ünitelerindeki enfeksiyonlar içinde ikinci sıklıkta mortaliteye neden olmaktadırlar. Spesifik hasta popülasyonlarındaki İAE’lerde insidans ve mortalite oranı; travma vs. sonrası cerrahi girişim uygulanmasına, uygulanacak cerrahinin anatomik lokalizasyonuna ve süresine göre değişkenlik gösterir. Apendektomi sonrası %1,3-3,1 olarak bildirilen mortalite oranı ince barsak veya kolon cerrahisi sonrası %10’un üzerine çıkmaktadır[6]. Bu nedenle doğru tanısal değerlendirme ilk amaç olmalıdır. İAE’lerin doğru tedavisinde, tanısal değerlendirme ve görüntüleme, yoğun bakım desteği, minimal invazif müdahale ve antimikrobiyal tedavideki gelişmeler sayesinde hatırı sayılır ilerlemeler olmuştur.
Anamnez, fizik muayene ve laboratuvar çalışmaları, İAE ön tanısı olan ve tedavi gerektiren hastaların çoğunu tespit eder (IDSA, A-II) [5]. Hastalık veya tedavi nedeniyle bağışıklığı baskılanmış hastalar ile mental retarde veya omurilik hasarına sahip olan hastalar gibi fizik muayene bulguları güvenilir olmayan seçilmiş hastalarda, eğer hasta tespit edilememiş bir kaynağa bağlı enfeksiyon kanıtlarıyla başvurursa İAE de düşünülmelidir (IDSA, B-III)[5]. Hastaya, mikroorganizmaya ve cerrahi girişime ait risk faktörlerinin saptanması, yüksek riskli hasta değerlendirmesini kolaylaştırır.
Mikrobiyal Risk Faktörleri
Lokalizasyona göre İAE’ye neden olan etkenler, çok ilaca dirençli mikroorganizmalar ve spesifik dirençli mikroorganizmalar için risk faktörleri Tablo 2, 3 ve 4’te verilmiştir[13-16].
Konağa Ait Risk Faktörleri
Malnütrisyon, diyabetes mellitus (DM), malignite, radyoterapi, 6-12 kez kemoterapi, seçilen kemoterapik ajan, yüksek American Society Anaesthesiologists (ASA) skoru (III-IV), Akut Fizyoloji ve Kronik Sağlık Değerlendirmesi-II (APACHE-II) skoru (>15), geç başvuru (24-48 saatten fazla), yetersiz tedavi, immünsüpresyon, artmış enflamatuvar yanıtın varlığı [C-reaktif protein (CRP), prokalsitonin, beyaz kan hücresi] vs. değerlendirilmelidir (Tablo 5). Örneğin Alman divertiküler hastalıklar rehberinde ASA skorunun III-IV olması, DM, kalp yetmezliği, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), renal yetmezlik, otoimmün vaskülit, gut hastalığı, immünsüpresyon, hipoalbuminemi ve steroid alımı divertiküler hastalıkların cerrahisinde mortaliteyi ve morbiditeyi arttıran risk faktörleri olarak tanımlanmıştır[9]. Tüm hastalarda DM, ciddi kardiyopulmoner hastalık, immünsüpresyon, hastane başvurusundan önceki üç ay içinde beş gün ve daha uzun süre hastane yatışı ve/veya iki günden fazla antibiyotik kullanımı ve/ veya abdominal girişim varlığı mutlaka sorgulanmalıdır (AMMI, A-II)[6]. Hastane yatışı ve/veya antibiyotik kullanımı ve/veya abdominal cerrahi girişimi olan hastalar sağlık bakımı ilişkili İAE olarak değerlendirilmelidir (AMMI, A-II)[6].
Cerrahi Girişime Ait Risk Faktörleri
Başlıca risk faktörleri arasında kaynak kontrolü, açılan gastrointestinal sistem (GİS) lokalizasyonu, GİS ile birlikte diğer sistemlerin açılması (malignitede GİS ve ürogenital sistem veya iyatrojenik boşluk açılması vs.), karın içi yabancı cisim kullanımı, tekrarlayan cerrahi girişimler, cerrahi ekibin deneyimi ve teknik nedenler sayılabilir.
Hastalığın Ciddiyeti
Hastalığın ciddiyeti APACHE-II skoru ile değerlendirilmelidir. Skorun 15 ve üzerinde olduğu hastalar ciddi, 15’in altında olanlar hafif-orta enfeksiyonlu hastalar olarak izlenmelidir (IDSA, A-II) [5]. Sartelli ve ark.[17] komplike İAE olan hastalar için yeni pratik bir sepsis ciddiyet skorlaması (sepsis severity score) oluşturarak; 54 ülkeden 132 merkezde 18 yaş üzeri operasyon veya girişimsel radyoloji ile drenaj uygulanan komplike İAE olan (pankreatit ve primer peritonit hariç) 4652 hastaya uyguladılar. Olguların 3966’sı (%87,5) toplum kaynaklı İAE olup, en sık enfeksiyon kaynağı apendiks 1553 (%34,2) idi. Bu skorlamada başvurudaki klinik bulgular, risk faktörleri (yaş, immünsüpresyon), sağlık bakımı ilişkili veya toplum kökenli İAE olması, enfeksiyon lokalizasyonu ve kaynak kontrolündeki gecikme kriter olarak alındı (Tablo 6). Ülkemizden de on merkezin uyguladığı bu skorlamanın sensitivite ve spesifitesinin yüksek olduğu, global düzeyde İAE yönetiminde kullanılabileceği belirtilmektedir. Bu kriterlere göre, skoru 0-3 arasında olan hastalarda mortalite oranının %0,63, 4-6 arasında olanlarda %6,3, ≥7 değerlerde %41,7 olduğu vurgulanmaktadır. Skor ≥13 ise mortalite oranının %80,9 olduğu bildirilmektedir.
Tablo 6: Komplike intra-abdominal enfeksiyonu olan hastalar için Dünya Acil Cerrahi Derneği (World Society of Emergency Surgery) Sepsis Severity Score (Skor 0-18)[17]
Tanı Testleri
Biyokimyasal tetkikler: İAE’nin tanı ve tedavisinin izleminde prokalsitonin, CRP ve serum amiloid A gibi biyokimyasal tetkiklerin yerini değerlendiren çalışmalarda farklı sonuçlar sunulmaktadır[8, 9, 18-22]. SFAR 2015 İAE yönetimi rehberinde, bu belirteçlerin tanıda kullanılamayabileceği ve yapılan çalışmaların hiçbirinin antibiyotik tedavi süresinin belirlenmesinde değeri olmadığı bildirilmektedir. Bhangu ve ark.[22] ise akut apandisitli olgularda henüz hiçbir biyobelirteçin tek başına yeterli olmadığını bildirmektedir. Ülkemizden Kaya ve ark. [23] akut apandisitli hastalarda CRP, prokalsitonin ve D-dimer düzeylerini prospektif olarak değerlendirdikleri çalışmalarında, CRP’nin tanıda tek başına yeterli olmadığını, ancak flegmonöz apandisit ve perfore apandisit için uyarıcı olabileceğini; D-dimer ve prokalsitoninin de CRP’den daha iyi bir belirteç olmadığını vurgulamaktadırlar. Okus ve ark.[24] ise akut apandisit yönetiminde medikal tedavi ve CRP’nin değerini değerlendirdikleri prospektif çalışmalarında; CRP düzeyinde 80 mg/L ve üzerindeki artışın medikal tedaviye yanıtın yetersizliği için anlamlı bir ölçüt olabileceğini belirtmektedirler. Pehlivanlı ve ark.[25] da orta ve ciddi sekonder peritonitte planlı abdominal onarımın sonlandırılma kararında CRP, interlökin-6, leptin, kortizol ve kaspaz 3 değerlerinin etkisini araştırdıkları çalışmalarında, bu parametrelerin abdominal onarımın sonlandırılma kararında etkileri olmadığını saptamışlardır. Alman Divertiküler Hastalıklar Kılavuzu’nda ise klinik bulgular ile birlikte CRP ve beyaz küre düzeyinin monitorize edilmesi önerilmekte ve CRP düzeyinin komplikasyon ve/veya perforasyon süreci ile uyumlu olduğu belirtilmektedir. İAE olgularında farklı amaçlarla yapılmış bu çalışmalara karşın, bu konuda yapılmış randomize kontrollü çalışmalara ulaşılamamıştır. Ülkemiz koşulları ve yapılan çalışmalar dikkate alındığında, İAE tanısında ve hasta izleminde beyaz küre, CRP, prokalsitonin, serum bilirubin düzeyi, karaciğer ve böbrek fonksiyonlarının değerlendirilmesi önerilir. Bu değerler kullanılacak antibiyotiğin farmakokinetik etkinliğinin belirlenebilmesi için de gereklidir.
Mikrobiyolojik değerlendirme; GİS florası fakiltatif aerob ve anaerob bakterilerden oluşan kompleks bir ekolojik yaşamdır. Anatomik lokalizasyona göre normal floranın bakteri içeriği değişmektedir. En az bakteri midede (sıfır-birkaç Lactobacillus spp.) bulunurken, duodenumdan ileuma doğru bakteri yoğunluğu artmaktadır. Kolonda bakteri yoğunluğu (109-1011 CFU/gr) en fazladır. Ancak GİS’te doğal ekolojik ortam içindeki bakterilerin sayısal olarak fazla olması, patojenitelerinin veya klinik anlamının da daha fazla olduğu anlamına gelmez. Bacteroides fragilis ( B. fragilis) ve Escherichia coli (E. coli), total kolonik mikrofloranın %5’inden daha azını oluşturmasına karşın İAE’lerde sık izole edilen bakterilerdir. Bu nedenle özellikle karışık kültürlerde, inokulum içindeki düşük yoğunlukları nedeniyle yüksek virülanslı bakteriler gözden kaçabilmektedir. Bu polimikrobiyal özellik ve virülan patojenlerin baskınlığı dikkate alınarak Kanada’nın cerrahi İAE’ler için pratik rehberinde “kor (core)” patojenler tanımlanmıştır[6]. Bu patojenler içinde anaeroblardan B. fragilis ve diğer Bacteroides spp., Fusobacterium spp., Clostridium spp., Peptostreptococcus spp., Veillonella spp., Lactobacillus spp.; fakültatif izolatlardan Streptococcus spp. ve Enterobacteriaceae türlerinden E. coli, Klebsiella spp., Enterobacter spp., Proteus spp. ve Serratia spp. bulunmaktadır. Bu patojenler toplum kökenli İAE dahil tüm İAE düşünülen hastalarda öncelikle dikkate alınması gereken etkenlerdir (Tablo 2).
1. Toplumdan edinilmiş İAE olan düşük riskli hastalarda rutin aerob ve anaerob kültürler her bir hasta için opsiyonel kabul edilir. Ancak bu kültürlerin alınması toplumdan edinilmiş İAE ile ilişkili patojenlerin direnç paternlerindeki epidemiyolojik değişiklikleri saptamada ve takip dönemindeki oral tedaviyi belirlemede anlamlı olabilir (IDSA, B-II). Ülkemiz için İAE ile ilişkili patojenlerin direnç paternlerindeki epidemiyolojik değişiklikleri saptayabileceğimiz duruma gelebilmek için aerob ve anaerob kültürler alınmalıdır. Özellikle E. coli kökenlerinde kinolon/sefalosporin direncinin belirlenmesi, B. fragilis için metronidazol direncinin izlenmesi, ampirik tedavi ve oral ardışık tedaviye geçme açısından önemli olabilir. Daha yüksek risk taşıyan hastalardaki [özellikle de dirençli patojenleri barındırma ihtimali diğer hastalardan daha fazla olan (huzurevinde kalan yaşlılar, sürekli hastane gelişgidişleri olan hastalar vs.) ve son bir-üç ay içinde antibiyotik kullanımı olanlarda] ve sağlık bakımı ilişkili İAE’de rutin olarak enfeksiyon bölgesinden kültürler alınmalıdır (IDSA, A-II).
2. Toplumdan edinilmiş İAE olan hastalarda kan kültürleri klinik yönden anlamlı ilave bilgi sağlamaz ve bu nedenle bu hastalar için rutin olarak önerilmez. Ancak klinik olarak toksik görünümlü veya immünsüprese olgularda bakteriyemi olup olmadığının bilinmesi, antibiyotik tedavisi süresini belirlemek açısından yardımcıdır (IDSA, B-III).
3. Toplumdan edinilmiş İAE olan hastalarda, yaygın anaerobik patojenlere karşı ampirik antimikrobiyal tedavi veriliyorsa anaerob kültürler gereksizdir (IDSA, B-III).
4. İntra-abdominal enfeksiyon odağından alınan numune, klinik enfeksiyonla ilişkili materyali temsil etmelidir (IDSA, B-III). Toplumdan edinilmiş enfeksiyonlarda enfekte materyalde rutin Gram boyama yapmanın kanıtlanmış hiçbir değeri yoktur. Sağlık-bakımı ilişkili enfeksiyonlarda ise Gram boyama maya varlığını saptamada yardımcı olabilir (IDSA, C-III).
5. Alınacak örneğin yeterli miktarda (en az bir mL sıvı veya doku, tercihen daha fazlası) olması ve laboratuvara doğru taşıma sistemiyle gönderilmiş olması koşuluyla, hasta materyalinden kültürler hazırlanmalıdır. Aerob bakterilerin optimal eldesi için sıvının 1-10 ml’si doğrudan aerob kan kültürü şişesine ekilmelidir. İlave olarak, sıvının 0,5 mL’si endike ise Gram boyama ve mantar kültürleri için laboratuvara gönderilmelidir. Anaerob kültürler istenmişse en az 0,5 mL sıvı veya 500 mg doku bir anaerob taşıma tüpü içinde gönderilmelidir. Alternatif olarak, anaerob bakteri eldesi için bir-on mL sıvı doğrudan anaerob kan kültürü şişesine ekilebilir (IDSA, A-I).
6. Toplumdan sık izole edilen bir suşta (örneğin; E. coli) yerel olarak geniş çapta kullanılan bir antimikrobiyal rejime karşı anlamlı direnç (yani suşların %10-20’sinde direnç) mevcut ise, perfore apandisit ve toplumdan edinilmiş diğer İAE’ler için rutin kültür ve duyarlılık çalışmaları gerçekleştirilmelidir (IDSA, B-III). Pseudomonas spp., Proteus spp., Acinetobacter spp., Staphylococcus aureus (S. aureus) ve yoğun üremeyle tespit edilen enterobakterler için duyarlılık testleri gerçekleştirilmelidir. Çünkü bu türlerin dirençli hale gelme olasılığı diğerlerinden daha fazladır (IDSA, A-III).
Ülkemizde toplumda tespit edilen ve İAE’de sık karşılaşılan etkenlerde direnç oranlarının yüksekliği göz önüne alınarak, perfore apandisit ve toplumdan edinilmiş diğer İAE’ler için rutin kültür ve duyarlılık çalışmaları gerçekleştirilmelidir. Zira ülkemizde özellikle toplumdan edinilen İAE etkenleri için direnç oranlarını gösteren çalışmalar çok azdır. Üç merkezde, son üç ay içinde hastane yatışı ve cerrahi girişimi olmayan 81 hastadan alınan intra-operatif kültür sonuçlarının değerlendirildiği toplum kaynaklı İAE’ler çalışmasında; E. coli için genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (ESBL) pozitiflik oranının %9,9, Klebsiella spp. için %1,2 olduğu ve E. coli için seftriakson direncinin %14,5, kinolon direncinin %22,2 olduğu saptandı[26]. Sağlık bakımı ilişkili İAE için ise ESBL pozitif E. coli oranının %49 olduğu bildirilmektedir[1]. Ülkemizden çok az sayıda çalışma olmasının nedenleri, ülkemizdeki cerrahlarda intra-operatif örnek alımının önemi konusunda yeterli farkındalık oluşturulamaması, cerrahların kültür almaya gereksinim duymamaları, teknik alt yapı eksiklikleri ve organizasyon sorunlarıdır. Ülkemizden bildirilen bir çalışmada, beş ay süresince acil cerrahi kliniğinde genel cerrahi doktorları tarafından ameliyat edilen 233 toplum kökenli İAE olgusunun (56’sı komplike İAE olarak tanı almış) sadece 12’sinden (%5,1) kültür alındığı gözlendi. Bu materyallerin altısında üreme olduğu ve üreyen etkenlerin üçünde seftriaksona direnç saptandığı bildirildi[27].
Bu amaçla uzlaşı grubu tarafından hazırlanan “İAE tanısında, cerrahların mikrobiyolojik örneklem alımı tutum ve becerilerini değerlendiren anket formu” başlıklı anket formu Türk Cerrahi Derneği’nin internet sayfasına yerleştirildi ve tüm dernek üyelerine uyarı e-postası gönderildi. Anket yaklaşık altı hafta dernek sayfasında kalmış olup üyeler e-posta ile birkaç kez uyarıldı ve toplamda 136 kişi tarafından yanıtlandı.
Anket sonucuna göre; ankete katılanların yaş ortalaması 44,82±9,16 yıl, ortalama çalışma süresi 14,80±9,93 (1-39) yıl olup, en çok devlet hastanelerinde çalışan cerrahlar 67 (%49,3) ankete yanıt vermişlerdir. Katılımcıların 82’si (%60,3) kültür aldıklarını ifade etmektedirler. Toplum kökenli İAE’lerde kültür almayan 54 (%39,7) cerrahın 43’ünün (%79,6) kültür almama nedeni; kültür sonucunun tedaviyi yönlendirmemesi ve kültür alımının gereksiz olduğunu düşünmesidir. Ancak ankette operasyon türüne göre kültür alım oranları değişmektedir. Apandisit operasyonunda katılımcıların 13’ü (%9,6), safra kesesi operasyonunda onu (%7,4), mide/kolon-rektum perforasyonu operasyonunda 69’u (%50,7) ve intra-abdominal apse operasyonunda veya girişimsel işlem sırasında 129’u (%94,7) kültür aldığını belirtti. Kültür alınmama nedenleri arasında; “devlet hastanelerinde mesai dışında laboratuvara mikrobiyolojik kültür kabul edilmemesi (p=0,012)” ve özel hastanelerde “rehberlerin toplum kaynaklı enfeksiyonlarda kültür alınmasını önermemesi (p=0,047)” istatistiksel anlamlı bulundu. Bu sonuçlar ülkemiz koşullarında hazırladığımız uzlaşı raporunun gerekliliğini vurgulamaktadır. Raporun ilgili hekimlerle paylaşılması, İAE olan hasta yaklaşımında ortak payda sağlayacaktır. Her hastanede epidemiyolojik veriler ve İAE etkenleri saptanana kadar toplum kökenli İAE’de de kültür alınmalıdır.
Görüntüleme
Diffüz peritonitin belirgin işaretleri bulunan ve acil cerrahi müdahalenin gerçekleştirileceği hastalarda daha ileri düzeyde tanısal görüntülemenin gerekliliğine merkezin koşullarına ve hekimin değerlendirmesine göre karar verilmelidir. Acil laparotomi endikasyonu olmayan yetişkin hastalarda, İAE kaynağının belirlenmesinde bilgisayarlı tomografi (BT) taraması tercih edilecek görüntüleme yöntemidir (IDSA, A-II).
İntra-abdominal Enfeksiyonlarda Tedavi
Kaynak Kontrolü
7. İAE hastalarının hemen hepsinde, enfekte odakları drene etmek, devam eden peritoneal kontaminasyonun radikal rezeksiyon (+/- diversiyon) ile kontrolünü sağlamak, anatomik ve fizyolojik fonksiyonun mümkün olduğunca tekrar kazandırılması için uygun bir kaynak kontrolü girişimi önerilir (IDSA, B-II). Yeterli kaynak kontrolü İAE tedavisinde esastır ve sadece antimikrobiyal tedavi ile kontrol altına alınamaz (IDSA, A-II). Kaynak kontrolünün başarısızlığına neden olabilecek faktörler Tablo 7’de verilmektedir. Bu faktörler anastomoz kaçağı, enterokütanöz fistül oluşumu ve/veya tekrarlayan/yanıt alınamayan İAE için uyarıcı olmalıdır.
Tablo 7: İntra-abdominal enfeksiyonda kaynak kontrolünün başarısızlığını öngören klinik faktörler[5]
8. Diffüz bakteriyel peritonitte acil cerrahi işlem uygulanmalıdır (IDSA, B-II). Ancak uygun antimikrobiyal tedavi ve dikkatli bir klinik izlem ile, hasta operasyon için uygun hale gelene kadar (perforasyon gibi, devam eden intraperitoneal enfeksiyon kontaminasyon süreci olmaması durumunda) girişim ertelenebilir (IDSA, B-II). Bu süre hasta, kurum ve cerraha özgü durumlara göre değişebilir.
9. Özellikle yüksek riskli hastalarda mümkün olduğunca, apselerin ve lokalize sıvı koleksiyonlarının perkütan drenajı, cerrahi drenaja tercih edilir (IDSA, B-II). Girişimsel radyoloji ile intra-abdominal koleksiyonlarda uygulanan drenajın etkinliğinin %70-90 olduğu bildirilmektedir[28, 29]. Boyutu 3 cm’den küçük apseler için drenaj yapılmaksızın antimikrobiyal tedavi uygulanması yeterli olabilir (IDSA, B-II). Ancak koleksiyon çapının 5 cm ve daha küçük olması, biliyer veya intestinal fistül varlığı perkütanöz drenajın yetersizliği için anlamlı risk faktörleridir[8].
10. Akut kolesistit olan hastalarda erken laparoskopik kolesistektominin (semptomların/ağrının başlangıcından sonraki ilk 72 saat) hastanede kalış süresini azalttığı, iyileşme sürecini hızlandırdığı, maliyeti ve açık kolesistektomiye geçiş oranını azalttığı randomize kontrollü çalışmalarda gösterilmiştir[30, 31]. Kılavuzlarda da safra yollarının endoskopik drenajının, cerrahi drenajdan daha güvenli ve daha etkili olduğu belirtilmektedir (IDSA, A-I)[5, 6]. Akut kolesistitin şiddetinin belirlenmesi önemlidir. Hafif şiddetteki akut kolesistit olguları erken laparoskopik kolesistektomiye uygun hastalardır. Fakat hastanın genel durumu göz önünde bulundurularak tanının kesinleşmesi için ultrasonografi (USG) ve gerekirse BT veya manyetik rezonans kolanjiopankreatografi gibi tetkikler yapılmalı ve akut kolesistitli hastalarda cerrahi tedavinin zamanlaması bu veriler ışığında planlanmalıdır[32, 33]. Orta şiddette akut kolesistit olgularında kolesistektomiyi zor hale getirecek lokal enfeksiyon söz konusudur[33]. Bu nedenle açık kolesistektomiye geçmekte tereddüt edilmemelidir[34]. Organ disfonksiyonu, genel durum bozukluğu gibi durumların eşlik ettiği şiddetli akut kolesistit olguları öncelikle perkütan kolesistostomi ile tedavi edilebilir[33]. Perkütan kolesistostomi akut kolesistit tanısı konduktan sonraki en kısa sürede uygulanmalıdır (<72 saat)[35]. Perkütan kolesistostomi sonrası hastanın kritik durumu ortadan kalktıktan sonra ve eğer işleme bağlı komplikasyon gelişmemiş ise, kolesistektomi erken dönemde uygulanabilir[32]. Akut kolanjitin tedavisinde en önemli basamak şiddetinin belirlenmesidir. Akut kolanjitin tedavisi antimikrobiyal tedavi ve biliyer drenajla birlikte altta yatan sebebin ortadan kaldırılmasıdır[36]. Akut süpüratif kolanjitin tedavisi; uygun antibiyotik, sıvı tedavisi ve biliyer dekompresyondur (IDSA, A-I)[5].
11. Perfore apandisitli hastalar yeterli kaynak kontrolü için acil girişime tabi tutulmalıdır (IDSA, B-III). Özellikle enflamatuvar süreç geliştikten birkaç gün sonra başvuran ve apendiksin etrafında perkütan drenaja imkan vermeyen flegmon (plastron) veya küçük bir apse bulunan seçilmiş hastalar hastanede antimikrobiyal ilaçlarla dikkatli takiple tedavi edilebilirler (IDSA, B-II). Apendiksin etrafında sınırları belirgin apsesi bulunan hastalar ise gerektiğinde perkütan drenaj veya operatif drenaj ile tedavi edilebilir. Bu tip hastalarda apendektomi yapılabilir ya da apse odağı temizlenerek drenaj sağlanır. Perfore apandisitin perkütan drenajından veya cerrahi müdahalesiz tedavisinden sonra interval apendektomi tartışmalıdır ve gerekli olmayabilir (IDSA, A-II). Her hastane tanı, hastane içerisinde müdahale, taburculuk ve hastane dışındaki tedaviyi standardize etmek için klinik girişim basamakları geliştirmelidir (IDSA, B-II). Girişim basamakları bu hastaların bakımından sorumlu olan ve işbirliği içerisinde çalışan klinisyenler başta olmak üzere tüm sağlık personeli (cerrahlar, enfeksiyon hastalıkları uzmanları, birinci basamak pratisyenler, acil tıp hekimleri, radyologlar, hemşirelik hizmeti verenler ve eczacılar vs.) tarafından tasarlanmalıdır. Girişim basamakları yerel kaynakları ve yerel bakım standartlarını yansıtmalıdır (IDSA, B-II).
12. Perfore divertikülitli seçilmiş hastalarda laparoskopik lavaj ve drenaj uygulanabilir (IDSA, C-II). Perfore divertikülitli hastalarda fizik muayenede peritonit bulguları olan hasta ile BT’de perforasyonu olup herhangi bir objektif toksisite bulgusu göstermeyen hastayı ayırmak esastır. Pürülan veya fekal peritonitli perfore divertikülitte geleneksel tedavi Hartmann ameliyatıdır (rezeksiyon ve proksimal stoma). Ancak bu yöntem gelişen görüntüleme teknikleri, antibiyoterapi, endoskopik teknikler ve laparoskopik lavajın uygulanması ile değişecek görünmektedir. Rezeksiyonsuz laparoskopik lavaj ile tedavi yaklaşımı tartışmalara açıktır. Uluslararası endoskopik ve cerrahi kuruluşların yayınladıkları kılavuzlar kolon rezeksiyonunun altın standart olduğunu ancak seçilmiş olgularda laparoskopik lavajın uygulanabileceğini belirtmektedir[37]. Belirgin peritonit bulguları olan stabil olmayan hastada veya eşlik eden ciddi yandaş hastalıkları olan hastalarda laparoskopik lavaj yaklaşımı önerilmemektedir.
13. Komplike akut pankreatitte ilk iki hafta içinde enfeksiyon ve takiben nekroz gelişir. Üçüncü hafta enfeksiyon fazıdır, lokal ve sistemik enflamatuvar sendromların klinik bulguları ortaya çıkar. Steril ile enfekte pankreatik nekrozu klinik olarak ayırmak güçtür. Geç fazda (dördüncü hafta ve üzerinde) ise pankreatik apse gelişebilir. Akut pankreatit üç ardışık gün boyunca organ yetmezliği ile seyrederse “şiddetli/ağır” pankreatit olarak sınıflandırılır. Ağır pankreatiti sistemik enflamatuvar yanıt sendromu, çoklu organ yetmezliği ve sepsis sendromu sıklıkla komplike eder. Pankreatik nekrozun steril veya enfekte olduğunu saptamak çok önemlidir. Abdominal BT’de ekstralüminal gaz varlığı enfeksiyon için patognomoniktir. Bu bulguların yokluğunda BT eşliğinde yönlendirilmiş aspirasyon örneği alınmalıdır. Akut pankreatitte cerrahi girişim çoğu kez optimum tedavi desteğine rağmen organ işlevlerinde giderek artan bozulma ve/veya lokal komplikasyonların (enfekte nekroz, enfekte koleksiyonlar, apse veya fistül gelişmesi) gelişmesi durumlarında yapılır[12].
14. Cerrahi girişimi engelleyecek düzeyde hemodinamik bozukluğu olmayan hastalara acil cerrahi girişim yapılmalıdır. Aşağıdaki durumlarda açık cerrahi girişim düşünülmelidir:
- Perkütan olarak erişilemeyen veya drene edilemeyen koleksiyonlar,
- Akut veya diffüz peritonit,
- Septik tablonun perkütan drenajla kontrol edilemediği durumlar,
- Tedavi için apse cidarının çıkarılması gerekliliği,
- Hasta dekompanse septik şokta ise,
- Akut kolanjitte drenaj iki yöntemle (medikal tedavi ile birlikte bilier dekompresyon ve endoskopik drenaj) başarısız olduğunda,
- Teknik olarak mümkün olmadığında (örneğin; distal gastrektomi sonrası) (IDSA, C-II).
15. Fizyolojik olarak stabil durumda olmayan ve kaynak kontrolünün başarısızlıkla sonuçlanma olasılığı olan riskli hasta grubunda üç farklı yaklaşım düşünülmelidir. Bu yaklaşımlar planlanmış laparotomi, gereklilik üzerine yapılan laparotomi veya standart açık karın ameliyatıdır[38]. Cerrahi girişimle başarılı bir kaynak kontrolü sağlandığı düşünülüyorsa sistematik olarak fizyolojiyi bozan tekrarlayan laparotomiler planlanmamalıdır[8].
Sıvı Tedavisi
16. İAE tanılı hastalarda intravasküler sıvı replasmanı yapılmalı ve fizyolojik stabilitenin sağlanması için gereken ek önlemler alınmalıdır. İntravasküler hacim azalması kanıtları bulunmasa da İAE tanısından ilk kuşkulanıldığında hastaya intravenöz sıvı tedavisi başlanmalıdır (IDSA, B-III).
17. Sepsis ve septik şok birden fazla faktörden etkilenen karmaşık bir süreçtir, erken hemodinamik destek, etkin kaynak kontrolü ve uygun antibiyotik kullanımı gereklidir (IDSA, A-I). Septik şoka girmiş hastalarda hipotansiyon saptandığında sıvı tedavisi derhal başlanmalıdır (IDSA, A-II). Sepsisin kaynağı İAE dahil hangi sistem olursa olsun, sepsis ve septik şoktaki genel tedavi prensipleri ve hemodinamik destek sağlanmalıdır. Ek olarak abdominal sepsisin etkin tedavisinde, erken ve yeterli kaynak kontrolünün sağlanması ilk hedef olmalıdır[39, 40].
Antimikrobiyal Rejimler
18. Antimikrobiyaller ve antimikrobiyallerin Tablo 8 ve 9’da ayrıntılandırılan kombinasyonları, toplumdan edinilen İAE’nin ampirik tedavisi için yeterli kabul edilir. Ancak maksimum etkinlik ve minimal toksisiteyi garantileyerek antimikrobiyal direnci azaltmak için antibiyotiklerin optimal dozlarda kullanılması gereklidir (Tablo 10) (IDSA, B-II)[5].
Tablo 8: Ekstra-biliyer komplike intra-abdominal enfeksiyonun başlangıçtaki ampirik tedavisinde kullanılabilecek ajanlar ve rejimler[5]
Tablo 9: Yetişkinlerdeki biliyer enfeksiyonların başlangıçtaki ampirik tedavisinde kullanılabilecek ajanlar ve rejimler[5]
Tablo 10: Komplike intra-abdominal enfeksiyonun ampirik tedavisine yönelik antibiyotiklerin başlangıçtaki yetişkin dozları (intravenöz)[5]
Antimikrobiyal Tedaviye Başlamanın Zamanlaması
Bir hastaya İAE kaynaklı ağır sepsis/septik şok durumunda mümkün olan en kısa sürede antimikrobiyal tedavi başlanmalıdır (IDSA, A-III). Henüz sepsis bulguları olmayan komplike İAE hastalarında da İAE tanısı konduğunda veya düşünüldüğünde antimikrobiyal tedavi gecikmeden başlanmalıdır.
Yetişkinlerde Toplumdan Edinilen Hafif veya Orta Şiddetteki İntra-abdominal Enfeksiyonların Tedavisi
19. Ampirik tedavide kullanılan antibiyotikler enterik Gramolumsuz aerobik ve fakültatif basillere ve enterik Gramolumlu streptokoklara karşı etkili olmalıdır. İnce barsağın distali, apendiks ve kolonda gelişen enfeksiyonlarda, perforasyonlarda, obstrüksiyon veya paralitik ileus varlığında ampirik tedavide kullanılan antibiyotiklerin spektrumu zorunlu anaerobik basilleri de kapsamalıdır (IDSA, A-I)[5].
20. Hafif veya orta derecede İAE olan yetişkin hastalarda, ülkemiz için ertapenem, moksifloksasin veya tigesiklin monoterapisi veya metronidazolün sefazolin, sefuroksim, seftriakson, sefotaksim, levofloksasin veya siprofloksasin ile kombinasyonlarının kullanımı anti-pseudomonal aktiviteye sahip rejimlere göre daha tercih edilebilir niteliktedir (Tablo 8, 9) (IDSA, A-I). Ülkemizde toplum kökenli İAE etkenlerinde ESBL pozitiflik oranlarını gösteren çalışma sayısının yetersiz olması nedeniyle, hastane bazında lokal epidemiyolojik verilerdeki ESBL oranı (%10 kritik eşik kabul edilmelidir) veya Tablo 4’te tanımlanan ESBL risk faktörleri dikkate alınarak ampirik antibiyotik seçilmelidir. Ek olarak Pseudomonas türlerinin İAE’lerin yaklaşık %8’inde saptandığı bildirilmesine karşın etken olma olasılığı daha düşük orandadır[41].
Ülkemizden Bacteroides türlerinde karbapenem ve metronidazol direnç profilinin araştırıldığı bir çalışmada; değerlendirilen toplam 66 suşun %39’u intra-abdominal kaynaklı olup, hiçbirinde metronidazol direnci saptanmadığı bildirilmektedir. Ancak bu suşların beşinde meropenem direnci ve meropenem dirençli suşların birinde de imipenem direnci saptanmıştır. Aynı merkezde 1999 yılında ilk imipenem dirençli B. fragilis saptanmış olup insidansın %2’den %6’ya yükseldiği belirtilmektedir. Ülkemizdeki B. fragilis suşlarının (%27) diğer ülkelerdeki suşlardan (%2-9) daha fazla oranda metallo-beta-laktamaz geni taşıdığı da vurgulanmaktadır[42].
Bu hastalarda klindamisin kullanımı da, B. fragilis grubunda artan direnç nedeniyle tavsiye edilmez (IDSA, B-II). Ülkemizden klinik örneklerden soyutlanan anaerob bakterilerin antibiyotik duyarlılıklarının değerlendirildiği bir çalışmada klindamisine direncin en fazla Bacteroides izolatlarında (%53) saptandığı bildirilmiştir[43].
Ampisilin-sulbaktam kullanımı, toplumdan edinilen E. coli’de bu ajana karşı yüksek direnç oranları nedeniyle tavsiye edilmez (IDSA, B-II). Ülkemizden periton sıvısı dahil farklı hasta örneklerinden izole edilen toplam 823 E. coli izolatında farklı duyarlılık yöntemleriyle ampisilin sulbaktam duyarlılığı değerlendirilmiş ve ancak 386 (%47) kökenin duyarlı olduğu bildirilmiştir. Aynı çalışmada amoksisilin klavulanik asit duyarlılığı ise 418 (%51) izolatta saptanmıştır[44].
Aminoglikozidler; İAE olan yetişkinlerde rutin kullanımda önerilmemektedir (IDSA, B-II). En azından eşdeğer düzeyde etkin oldukları gösterilen daha az toksik alternatif ajanlar mevcuttur. Toplumdan edinilen veya sağlık-bakımı ilişkili ciddi enfeksiyonlar için önerilen ajanların kullanımı, toplumdan edinilen hafif veya orta derecede enfeksiyonlu hastalar için önerilmez. Çünkü bu tip rejimler daha fazla toksisite riski taşıyabilir ve daha dirençli organizmalarla enfeksiyon oluşumunu kolaylaştırabilir (IDSA, B-II).
Biliyer enfeksiyonlar dahil hafif veya orta derecede İAE’lerde enterokoklara karşı ampirik antibiyotik tedavisi (IDSA, A-I) ve Candida türleri için ampirik antifungal tedavi önerilmez (IDSA, B-II).
21. Akut divertikülit ve çeşitli apandisit formları dahil olmak üzere hafif veya orta şiddette İAE’si olan ve kaynağa yönelik bir kontrol prosedürüne tabi tutulmayacak hastalarda, enfeksiyonun tedavisi için parenteral veya erken oral antibiyotik tedavisi önerilir (IDSA, B-III). Sadece divertiküler hastalıkların incelendiği Alman Kılavuzu’nda; immünsüpresyon gibi konak risk faktörü olmayan komplike olmamış divertikülitli hastalarda antibiyotik tedavisi önerilmemektedir. Bu hastaların hastaneye yatırılmadan izlenebilecekleri belirtilmektedir. Komplike divertikülitlerde ise hasta mutlaka hastaneye yatırılmalı, antibiyotik tedavisi ile birlikte gerekirse cerrahi girişim planlanmalıdır[9].
22. Akut kolesistit veya kolanjitten kuşkulanılan hastalarda USG ilk görüntüleme tekniğidir (IDSA, A-I). Akut kolesistit için kolesistektomi yapılan hastalarda, safra kesesi duvarının dışında enfeksiyona dair kanıtlar bulunmadıkça antimikrobiyal tedavi 24 saat içerisinde kesilmelidir (BII). Kuşkulu akut kolesistit veya kolanjit enfeksiyonu olan hastalar Tablo 9’da önerilen antimikrobiyal tedaviyi almalıdır. Ancak bu hastalarda biliyer-enterik anastomoz olmadıkça anaerobik tedavi endikasyonu yoktur (IDSA, B-II)[5, 30, 34].
23. Akut pankreatitli hastalarda[12];
- Kolanjit, kateter ilişkili enfeksiyonlar, bakteremi, üriner sistem enfeksiyonları ve pnömoni gibi ekstrapankreatik bir enfeksiyonda antibiyotikler verilmelidir.
- Ciddi akut nekrotizan pankreatitli hastalarda rutin profilaktik antibiyotik kullanımı önerilmez.
- Steril nekrozlu hastalarda enfekte nekroz gelişimini önlemek için antibiyotik kullanımı önerilmez.
- Yedi-on günlük hastanede yatışa rağmen düzelmeyen ya da kötüleşen pankreatik veya ekstrapankreatik nekrozlu hastalarda enfekte nekroz varlığı düşünülmelidir. Bu hastalarda;
(i) Uygun antibiyotiklerin seçilmesine rehberlik edecek Gram boyama ve kültür örneği için BT eşliğinde ince iğne aspirasyonu yapılması veya,
(ii) İnce iğne aspirasyonu yapılmadan ampirik antibiyotik kullanımı önerilmektedir.
- Enfekte pankreatik nekroz tanısı konduğunda radyolojik girişimsel yöntemler veya cerrahi girişimler uygulanabilir. Enfekte nekrozlu hastalarda, cerrahi girişimden kaçınıldığı veya geciktiği durumlarda morbidite ve mortaliteyi azaltmada pankreatik nekroz dokusuna penetre olabilecek karbapenemler, kinolonlar ve metronidazol gibi antibiyotikler yararlı olabilir.
- Antifungal ajanların rutin olarak profilaktik veya terapotik amaçlı kullanımı önerilmemektedir.
24. Apandisitli hastalarda klinik bulgu ile tanı kesin değilse de karakteristik abdominal ağrı, lokalize abdominal hassasiyet ve akut enfeksiyonun laboratuvar kanıtlarını içeren bulgular apandisitten kuşkulanılan hastaların genellikle çoğunu saptar (IDSA, A-II). Tanısal görüntüleme ile doğrulanamayan veya dışlanamayan kuşkulu apandisitli hastalarda dikkatli takip tavsiye edilmektedir. Kuşku düzeyi yüksek olan hastalar hastanede takip edilir (IDSA, A-III). Apandisitten kuşkulanılan hastalar için tavsiye edilen radyolojik yöntem, intravenöz kontrast (oral veya rektal değil) madde verilerek abdomen ve pelvisin BT ile görüntülenmesidir (IDSA, B-II). Apandisit tanısı alan tüm hastalara antimikrobiyal tedavi uygulanmalıdır (IDSA, A-II) (Tablo 8).
25. Akut perfore olmayan apandisite yönelik operatif girişim uygun şekilde yapılabilir olduğunda mümkün olan en kısa zamanda gerçekleştirilmelidir (IDSA, BII).
Yetişkinlerde Toplumdan Edinilen Yüksek Riskli İntraabdominal Enfeksiyonların Tedavisi
26. APACHE-II skorlarının >15 olması veya Tablo 7’de listelenen diğer değişkenlerle tanımlanan yüksek riskli İAE’si olan hastalarda meropenem, imipenem-silastatin, piperasilintazobaktam, seftazidim veya sefepim, siprofloksasin veya levofloksasin ile metronidazolün kombinasyonu gibi Gram-olumsuz organizmalara karşı geniş spektrumlu aktiviteye sahip antimikrobiyal ajanların ampirik kullanımı önerilmektedir (Tablo 10) (IDSA, A-I).
27. Yüksek riskli hastalarda, kültürde izole edilen ağırlıklı patojenlere karşı aktiviteyi garantilemek amacıyla antimikrobiyal rejimler kültür ve duyarlılık raporlarına göre düzenlenmelidir (IDSA, A-III).
28. Kinolona dirençli E. coli bazı toplumlarda yaygın hale gelmiştir. E. coli’nin kinolonlara %90’dan fazla duyarlı olduğu gösterilmedikçe kinolonlar kullanılmamalıdır (IDSA, A-II). Ülkemizde İAE olan hastalardan izole edilen E. coli izolatlarında kinolon duyarlılığı %54 olarak bildirilmektedir[1]. Bu değer ampirik tedavide kinolonların ilk seçenek olarak düşünülmemesi gerektiğini göstermektedir.
29. Yüksek riskli iAE olgularında enterokoklara karşı etkili ajanların ampirik kullanımı önerilmektedir (IDSA, B-II). Toplumdan elde edilen enfeksiyonlardaki enterekokların hemen hepsi Enterococcus faecalis ( E. faecalis) olup, ampisilin, piperasilin ve glikopeptidlere duyarlıdır.
30. Yüksek riskli olgularda metisiline dirençli S. aureus (MRSA) veya mayaya karşı etkili ajanların kullanımı, bu tip organizmalardan kaynaklanan enfeksiyona dair kanıtların yokluğunda önerilmemektedir (IDSA, B-III).
31. Yetişkinlerde, dirençli organizmalar ile oluşmuş bir enfeksiyon kanıtı yoksa bir aminoglikozid ile Gram-olumlu fakültatif ve aerobik basillere karşı etkili başka bir ikinci ajanın rutin kullanımı önerilmez (IDSA, A-I).
Yetişkinlerde Sağlık-Bakımı İlişkili İntra-abdominal Enfeksiyonların Tedavisi
32. Bu tip İAE’ye yönelik ampirik tedavide merkezlerin lokal mikrobiyolojik sonuçları esas alınmalıdır (IDSA, A-II).
33. Muhtemel patojenlere karşı ampirik etkinliğe ulaşmak için, Gram-olumlu aerobik ve fakültatif basillere karşı geniş spektrumlu ajanları içeren çoklu ilaç rejimlerine ihtiyaç olabilir. Bölgesel verilerde direnç oranı %20’nin altındaysa P. aeruginosa, Acinetobacter spp., ESBL (+) Enterobacteriaceae ve diğer çok ilaca dirençli Gram-olumlu bakteriler ile oluşan enfeksiyonların tedavisinde seftazidim veya sefepimin metronidazol ile kombinasyonu, piperasilin-tazobaktam, meropenem ve imipenem kullanılabilir. Direnç oranı %20 ve üzerinde tedavi seçenekleri daha da azalır. Bu durumda tedavide öncelikle imipenem, meropenem, piperasilintazobaktam ve aminoglikozidler kullanılır. Karbapenem, kinolon ve aminoglikozid dirençli suşlar ile oluşan enfeksiyonların tedavisinde ise kolistin ile karbapenemlerin veya tigesiklinin kombinasyonu alternatiftir. Geniş spektrumlu antimikrobiyal tedavi, kültür ve duyarlılık raporları geldiğinde düzenlenmelidir (IDSA, B-III).
IDSA rehberinde tigesiklin sadece toplum kaynaklı İAE’ler için önerilmesine karşın, WSES 2013 İAE yönetimi rehberinde stabil, kritik olmayan sağlık bakımı ilişkili İAE tedavisinde de önerilmektedir[5, 7]. Kanada’nın 2010 AMMI Kılavuzu’nda da tigesiklinin farmakokinetik ve farmakodinamik özelliklerinin sağlık bakımı ilişkili enfeksiyonların tedavisi için uygun olduğu ancak, P. aeruginosa’yı da kapsamak için siprofloksasin ile kombine kullanılması gerektiği belirtilmektedir[6]. Ülkemizde de bölgesel direnç verilerinde P. aeruginosa’nın ilk sıralarda olmadığı merkezlerde, hafif ve orta şiddetteki sağlık bakımı ilişkili İAE’lerin tedavisinde, karbapenem kullanımını azaltmak amacıyla ampirik tedavide tigesiklin başlanabilir. İntraabdominal enfeksiyonlarda ESBL (+) E. coli’nin en sık etken olduğu bir merkezde yapılan çalışmada, malignitesi olan ve komplike İAE tanısıyla izlenen hastaların tedavisinde tigesiklin monoterapisi ile %72,3 kür sağlandığı bildirilmektedir[2].
34. Enterokokları kapsayacak ampirik tedavi; özellikle postoperatif enfeksiyonu olanlar, son üç ay içinde sefalosporinler vs. gibi enterokokları seçebilen diğer antimikrobiyal ajanları almış olanlar, immün yetmezliği olan hastalar, kalp kapak hastalığı veya intravasküler protez materyalleri olan hastalar için tavsiye edilir (IDSA, B-II). Sağlık bakımı ilişkili İAE olan hastalardan enterokoklar izole edildiğinde enterokoklara yönelik antimikrobiyal tedavi verilmelidir (IDSA, B-III). Başlangıçtaki ampirik tedavi E. faecalis’e yönelik olmalıdır. Bu organizmaya karşı potansiyel olarak kullanılabilen antibiyotikler, ampisilin, piperasilintazobaktam, teikoplanin ve vankomisindir. Vankomisine dirençli Enterococcus faecium’a (E. faecium) karşı ampirik tedavi, hasta bu organizmaya bağlı enfeksiyon için yüksek risk taşımadığı sürece önerilmez (IDSA, B-III). Vankomisine dirençli E. faecium’a karşı ampirik tedavi, hepatobiliyer sistemden kaynaklanan karın içi enfeksiyonu olan karaciğer transplant alıcısı veya vankomisine dirençli E. faecium ile kolonize olduğu bilinen hastalarda önerilir (IDSA, B-III).
35. MRSA’ya karşı ampirik tedavi, bu organizmayla kolonize olduğu bilinen veya daha önce tedavi başarısızlığı olan ve bu bakteri ile enfeksiyon riski taşıyan İAE’li hastalara verilmelidir (IDSA, B-II). MRSA’dan kaynaklanan kuşkulu veya kanıtlanmış İAE tedavisi için vankomisin (IDSA, A-III) önerilir.
Ülkemizde İAE tedavisinde MRSA için teikoplanin de seçilebilir. Teikoplaninin WSES 2013 İAE yönetimi rehberinde, sağlık bakımı ilişkili kritik ekstra-biliyer komplike İAE olan hastaların tedavisinde karbapenemler ile kombine tedavi içinde kullanılabileceği önerilmektedir[7].
36. IDSA rehberinde operasyon sırasında alınan intra-abdominal kültürlerde Candida türleri izole edilirse antifungal tedavi tavsiye edilir (IDSA, B-II). İtalya rehberinde ise intraoperatif alınan ve/veya eksternal drenaj takılan hastalarda ilk 24 saat içinde alınan kültürlerde kandida üremesi saptandığında da antifungal tedavi verilmesi ancak bu süreden sonra drenden alınan kültürlerdeki üremeler olduğu taktirde tedavi edilmemesi önerilmektedir[10].
İtalyan Yoğun Bakım Derneği (Italian Society of Intensive Care) ve Uluslararası Kemoterapi Derneği (International Society of Chemotherapy) tarafından hazırlanan uzlaşı raporunda; intra-abdominal kandida enfeksiyonlarının patogenezinin farklı olduğu vurgulanarak nötropenisi olmayan cerrahi ilişkili peritonit, apse vs. yönetimindeki öneriler belirlenmiştir[10]. Avrupa’da intra-abdominal kandida enfeksiyonlarında en fazla C. albicans’ın (%65-82) etken olduğu, mortalitenin %25-60 arasında değiştiği vurgulanmıştır. Bu raporda belirtilen intraabdominal kandida enfeksiyonları için spesifik ve spesifik olmayan risk faktörleri Tablo 11’de sunulmuştur. Bu raporda İAE’li hastalarda en az bir tane spesifik risk faktörü varlığında (IDSA, CIII)[10, 11] veya risk faktörü olsun olmasın mannan/antimannan ve/veya beta D-glukan ve/veya polimeraz zincirleme tepkimesi pozitifliği olan hastalarda (IDSA, BII)[10] ampirik antifungal kullanımı önerilmektedir.
Tablo 11: İntra-abdominal kandida enfeksiyonları için spesifik ve spesifik olmayan risk faktörleri sıralanmıştır[10]
Ülkemizden karaciğer transplantasyonu yapılan ve kandidemi saptanan hastaların risk faktörlerinin değerlendirildiği bir çalışmada, transplantasyon öncesi hasta hazırlığından başlayarak özenli cerrahi tekniğin ve sentetik greft yerine biyolojik greft kullanımının kandidemi riskini azaltacağı belirtilmiştir. Kandidemi gelişen hastaların hepsinde anastomoz kaçağı ve/ veya reoperasyon/retransplantasyon, ve/veya vasküler greft kullanımı ve/veya biliyer komplikasyon varlığı saptanmıştır. En sık saptanan tür C. albicans olarak bildirilmiştir[45]. Bir üniversite hastanesindeki cerrahi yoğun bakım ünitesinde kandidemili hastalardan en sık izole edilen ve mortalitesi en yüksek olan türün C. albicans olduğu ve kaba mortalite oranının 30. günde %43,9 olduğu da vurgulanmıştır[46]. Bu veriler ışığında, özellikle risk faktörlerini taşıyan İAE olgularında, ampirik antifungal tedavinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
37. Uygun alınan örneklerde C. albicans izole edilirse flukonazol uygun bir seçenektir (IDSA, B-II)[5]. Flukonazole dirençli Candida türleri için, bir ekinokandin (kaspofungin, mikafungin veya anidulafungin) ile tedavi uygundur (IDSA, B-III). Kritik derecede ağır hastada, bir triazol yerine bir ekinokandin ile başlangıç tedavisi tavsiye edilir (IDSA, B-III). Toksisite nedeniyle, başlangıç tedavisi olarak amfoterisin B önerilmez (IDSA, B-II)[5]. Ancak 2016 yılında tekrar gözden geçirilen kandidiyazisin yönetimi için klinik pratik rehberinde başlangıç tedavisi için ekinokandin önerilmektedir[11]. Ülkemizden bildirilen ve genel cerrahi servisinde antifungal kullanımının değerlendirildiği bir çalışmada, İAE’si olan hastalardan en sık izole edilen etkenin C. albicans olduğu, en fazla flukonazolün kullanıldığı ve özellikle İAE’si olan bağışıklığı baskılanmış hastalarda antifungal kullanımının kültür pozitifliğine bakılmaksızın daha fazla olduğu bildirilmiştir[47]. Bu konuda hasta özellikleri, risk faktörleri ve lokal flukonazol direnci dikkate alınarak flukonazol veya ekinokandin tercih edilmelidir.
38. Geçirilmiş operasyon ile ilgili anastomoz kaçağı ve/ veya tekrarlayan gastrointestinal perforasyonları olan hastalarda flukonazol profilaksisi düşünülebilir (IDSA, BI). Azol direncinin yüksek olduğu durumlarda ekinokandinler seçilebilir (IDSA, CII)[5]. Ancak Knitsch ve ark.’nın[48] yaptığı, 17 ülkeden 53 merkezin katıldığı (ülkemizden de bir merkez katılmıştır) gastrointestinal cerrahi sonrası invaziv kandidiyazisin önlenmesinde preemptif antifungal tedavinin randomize, plasebo kontrollü çalışmasında; ekinokandinlerin preemptif kullanımının bile katkı sağlamadığı gösterilmiştir. Henüz günümüzde İAE’de antifungal profilaksi rutin olarak önerilmemektedir.
39. Karın duvarı herni onarımlarında çeşitli sentetik (polyester, polipropilen, politetrafluoroetilen (PTFE), vs.) ve biyolojik meşler ile farklı onarım teknikleri kullanılır[49]. Bu hastalarda sigara içimi, çoğul nüks (subklinik dormant mikroorganizma varlığı), deride drene olan sinüs varlığı, eşlik eden bir tip stomanın açılmış olması, acil girişim, ASA >3 olması, kötü teknik ve yandaş hastalık (özellikle diyabet, malignite, KOAH veya aterosklerotik kalp hastalığı) varlığı enfeksiyon için artan riski ifade eder. Kalıcı sentetik meşler enfeksiyona duyarlı olduğu için kontamine alanlarda kullanılamaz. Polyester ve polipropilen temelli tüm meşler ise ağır ve yaygın bir adezif yanıt oluşturdukları için genel olarak ve çok mecbur kalmadıkça barsak ile temas edecek yüzeylere konmamalıdır.
Enfeksiyon kanıtında polipropilen bazlı meşlerin %70’i, e-PTFE’lerin ise %100’ü çıkartılmaktadır. Çok acil şartlarda, akut/ subakut kompartman sendromu gelişen ve karın içi enfektif patolojinin bir aşamada kontrol/tedavi edilemediği hastalıklarda kontamine veya enfektif karın duvarı “kısmi ya da tam açık karına” bırakılabilir (hasar kontrol yaklaşımı). Bu koşullu durumlarda karın duvarında geçici kaplama ve organların kapsanması için emilebilen sentetik bir meş tercih edilir. Kompleks karın duvarı defektlerinin onarımı sonrası, özellikle uzun süre kemoterapi ve/veya radyoterapi almış immünsüprese kanser hastalarında, ciddi risk faktörleri varsa, enfeksiyon gelişimi için birden fazla hazırlayıcı faktör mevcutsa veya entero-kutanöz/-atmosferik fistülizasyonlu ya da fistülizasyonsuz meş protrüzyonu mevcutsa (komplike başarısızlık) öncelikle kor etkenleri kapsayacak şekilde antibiyoterapi uygulanmalıdır. Cerrahi alan enfeksiyonu varlığı durumunda S. aureus başta olmak üzere Gram-olumlu bakteriler de dikkate alınmalıdır.
İntra-abdominal Enfeksiyonu Olan Hastalarda Antimikrobiyal Tedavinin İzlemi
Klinik İzlem
Kanıtlanmış enfeksiyonun antimikrobiyal tedavisi, yeterli kaynak kontrolü yapıldıysa, dört-yedi gün ile sınırlandırılmalıdır. Daha uzun tedavi sürelerinin iyileşme ile ilişkisi bulunmamıştır (B-III). Tedavi süresini belirleyen en önemli basamak kaynak kontrolüdür. Enfeksiyona dair semptom ve bulguları ortadan kalkmış hastalarda daha uzun süre antibiyotik tedavisi gerekli değildir (B-III). Başlangıçtaki intravenöz antimikrobiyal tedaviden sonra oral tedavi, primer ilaç veya basamak azaltma tedavisi şeklinde kullanılabilir (IDSA, B-III). İyileşme döneminde oral alabilen ve kullanılacak antibiyotiklere duyarlı bakteri ile enfekte olan hastalarda, amoksisilin-klavulanik asit, oral kinolon (moksifloksasin, siprofloksasin, levofloksasin) veya oral sefalosporinler, metronidazol ile birlikte kullanılabilir (IDSA, B-II). Bu kon
Conclusion
Gelecekte hazırlanacak yeni raporlarda; probiyotik kullanımının etkileri, ülseratif kolitte/divertikülitte rifaksimin kullanımının intra-abdominal etken dağılımına etkisi, enflamatuvar barsak hastalıklarında uzun süre siprofloksasin+metronidazol kullanımının İAE tedavisine etkisi gibi pek çok konuda multidisipliner işbirliğinin devamı dileğimizdir.
Teşekkür
Bu raporun hazırlanmasında Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği başta olmak üzere, Türk Cerrahi Derneği, Türk Kolon ve Rektum Cerrahisi Derneği, Fıtık Derneği, Türk Hepato Pankreato Bilier Cerrahi Derneği ve Türk Hastane Enfeksiyonları ve Kontrolü Derneği’nden uzmanlar görev almış olup, bu metnin İngilizce versiyonu Ulusal Cerrahi Dergisi’nde 10.5152/UCD.2016.3688 doi numarası ile yayınlanacaktır.
Etik
Hakem Değerlendirmesi: Editörler Kurulu ve Editörler Kurulu dışında olan kişiler tarafından değerlendirilmiştir.
Yazarlık Katkıları
Konsept: Vildan Avkan Oğuz, Nurcan Baykam, Selman Sökmen, Rahmet Güner, Fatih Ağalar, Emine Alp Meşe, Ahmet Doğrul, Özge Turhan, Canan Ağalar, Behice Kurtaran, İbrahim Ethem Geçim, Reşat Özaras, Gürdal Yılmaz, Ayhan Akbulut, İftihar Köksal, Veri Toplama veya İşleme: Vildan Avkan Oğuz, Nurcan Baykam, Selman Sökmen, Rahmet Güner, Fatih Ağalar, Emine Alp Meşe, Ahmet Doğrul, Özge Turhan, Canan Ağalar, Behice Kurtaran, İbrahim Ethem Geçim, Reşat Özaras, Gürdal Yılmaz, Ayhan Akbulut, İftihar Köksal, Analiz veya Yorumlama: Vildan Avkan Oğuz, Nurcan Baykam, Selman Sökmen, Rahmet Güner, Fatih Ağalar, Emine Alp Meşe, Ahmet Doğrul, Özge Turhan, Canan Ağalar, Behice Kurtaran, İbrahim Ethem Geçim, Reşat Özaras, Gürdal Yılmaz, Ayhan Akbulut, İftihar Köksal, Literatür Arama: Vildan Avkan Oğuz, Nurcan Baykam, Selman Sökmen, Rahmet Güner, Fatih Ağalar, Emine Alp Meşe, Ahmet Doğrul, Özge Turhan, Canan Ağalar, Behice Kurtaran, İbrahim Ethem Geçim, Reşat Özaras, Gürdal Yılmaz, Ayhan Akbulut, İftihar Köksal, Yazan: Vildan Avkan Oğuz, Nurcan Baykam, Selman Sökmen, Rahmet Güner, Fatih Ağalar, Emine Alp Meşe, Ahmet Doğrul, Özge Turhan, Canan Ağalar, Behice Kurtaran, İbrahim Ethem Geçim, Reşat Özaras, Gürdal Yılmaz, Ayhan Akbulut, İftihar Köksal.
Finansal Destek: Raporun hazırlanması sırasında planlanan toplantılar Ankara Türkiye EKMUD Genel Merkezi’nde yapılmış olup, katılımcıların ulaşım ve konaklama giderleri Türkiye EKMUD tarafından karşılanmıştır. Bunun dışında uzmanların hiçbirine maddi destek sağlanmamıştır.
Çıkar Çatışması: Yazarların çıkar çatışması yoktur.